24 Ekim 2023 Salı

Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü

 

    Nietzsche bellek ve unutma üzerinden cezayı değerlendirerek cezayı bir bellek yaratma aracı olarak görmektedir. Toplumlar törelerine göre cezalar vermektedirler. Cezalar toplum için bir hafıza yaratmış olur. Ahlak soykütükçülerine göre suç kavramı, “bir kişi suç işlemek yerine başka türlü davranmayı seçseydi bir suç oluşmazdı” mantığından çıkmıştır. Nietzsche suçun kökenin bu olduğuna katılmamaktadır. Nietzsche cezayı zarar veren ve zarar gören arasındaki bir ödeme aracı olarak görüldüğünü belirtiyor. Cezanın kökeni bu alacak verecek ilişkisine indirgedikten sonra bütün hukukun doğuşunun bu borç ve borçlu meselesi olduğunu söylüyor. Cezayı uygulayan taraf şiddet göstermenin zevkini tadıyor.  Cezayı alan ise bir acı çekiyor ve bu acı onda verdiği sözü unutması sonucunda ceza gördüğünü yani bir hatırlatma aracı olarak kullanıldığını kavrıyor. Burada ceza sayesinde bir bellek yaratılmış oluyor. Eski uygarlıkların hukuk kurallarında suçluya verilecek cezanın bedensel acılar çektirme, örneğin bir uzvu koparmaya kadar gittiğini ve bunun kurallarını detaylı olarak koyduklarından bahsediyor. Bu düşüncelerin modern toplumda acı vermenin kötü bir şey olduğu kabul gördüğü için kabul görmeyeceğini ancak geçmiş toplumlarda acı vermenin bir zevk olduğunu iddia ediyor. Bu cezanın soykütüğü açısından oldukça önemli bir tahlildir. Ayrıca intikamın tepkisel olduğunu belirtip adalet kavramının intikam ile uzlaşmaz olduğunu söylüyor. İntikam ön yargılara dayanır ve adil olmaktan uzaktır. Hukuk, adil olabilmek için bu tepkisellikten uzaklaşma çabasıdır.



            Foucault hapishanenin doğuşu adlı eserinde Nietzsche ile benzer şekilde cezayı suçluya acı çektirme ve teşhir ile bir bellek oluşturma amacı taşıdığına değinir. Ancak ilerleyen zamanlarda bu acı çektirme ve teşhirin git gide azalmış ve “Paris Genç Mahkûmlar Evi” gibi kurumlar ortaya çıkmıştır. Cezanın bir iktidar aracı ve ekonomik bir yönü olduğunu tespitinde bulunmuştur. Bu durumda cezalar bensel acı çektirmeden uzaklaşmış ancak ruhsal bir acı çektirmeye dönüşmüştür.  Hapishane sistemi ile suçlular sürekli kontrol ve denetim altında tutulmaktadır.  Dönüşüm sadece ceza şekillerinde değil suçlarda da meydana gelmiştir. Şiddet içerikli suçlarda azalma meydana gelmiş ve mülkiyet temelli suçlar artış göstermiştir. Mahkemeler iktidarın temsilcisi olarak suçluları cezalandırır ve iktidarın gücünü pekiştirmektedir. Ceza giderek iktidarın kendi koyduğu kurallara karşı gelenden, otoritesini sarsmasından intikam almak amacına dönüşmüştür.


            Modern cezalarda suçlu bir dönüşüme uğratılarak ıslah edilmesi amaçlanmaya başlanmıştır. Hapishanelerin suçluları dönüştürmede en önemli aracı disiplinleriydi. Mahkûmların hayatlarını tamamen kendi kontrollüne alan hapishane onların hayatını düzenler ve günün hangi saati ne yapacağını belirler. Suçluyu hücrede tamamen izole ederek suçu ile yüzleşmesi beklenmektedir. Başka bir sistem olan koğuş sistemi ise suçlunun tekrar bir sosyallik yaşamasına olanak vererek topluma kazandırılmasını amaçlar.


            Mahkûmların çalışmaya zorlanması ile yaşayışları tamamen kontrol altına alınır. Çalışma sonucunda ödül mekanizması işletilerek mahkûmların çalışmayı içselleştirmesi amaçlanır. Dönüşen mahkûmun ceza evinde uzun süre tutulması devlet açısından gereksizdir. Mahkûmun ıslahından sonra salıverilmesi gerekir. Mahkûmların ıslah süreci kayıt altına alınarak ıslah sürecinin neresinde olduğu tespit edilmeye çalışılır.


            Hapishaneye yatanların büyük bir çoğunluğunun eski mahkûmlar olması ise bu ıslah sürecinin geçerliliğini sorgulatmaktadır. Mahkûmlar hapishaneden çıktıktan sonra toplumda suçlu damgası yedikleri için tekrar topluma uyum sağlaması zor olmaktadır. Bu mahkûmun cezası bittikten sonra da cezalandırılmaya devam edilmesi demektir. Cezalar tüm bu süreç sonrasında mahkûmların acı çektirmesinden ıslah edilmesine dönüşmüştür.


            Modern dünyada hapishane şartları giderek iyileştirilmiş cezalarda giderek yumuşama görülmüştür. Ölüm cezası ile suçluyu öldürmek yerine onu denetim ve kontrol mekanizması ile gözetim altında tutmak tercih edilmektedir. Mahkemelerin ceza olarak bir insanı öldürmesi günümüzde git gide daha az uygulanan bir sistem haline gelmektedir. Ölüm cezalarında eski örneklerde suçlu halk önünde teşhir edilerek işkenceler uygulanırdı. Daha sonra ölüm cezalarında işkence ve acı verme giderek azalmış ve suçlular daha az acı çektirecek yöntemlerle idam edilmişlerdir. Bu dönüşümün devamında ise ölüm cezaları birçok ülkede ortadan kalkmıştır. Ölüm cezalarını ortadan kaldıran süreçte bu tür cezanın insan haklarına aykırı olduğu ayrıca caydırıcılık olarak da ömür boyu hapis ile aynı etkiyi yaptığı savunulmuştur. Suçlunun idam edilmesi daha sonra ortaya çıkacak bir durum ile suçsuz olduğu anlaşıldığında geri dönüşü yolunu yok etmektedir. Ayrıca ölüm cezasının suç oranlarını düşürme de bir etkisi olmadığı da görülmüştür. Tüm bu sebeplerden modern dünyada ölüm cezası giderek azalmaktadır.


    Nietzsche batı dünyasının ahlaki değerlerine savaş açmış bir düşünürdür. O tüm batı ahlakını yanlış bulmakta ve yıkmak istemektedir. Ancak bu yıkımdan sonra kendi düşüncelerini inşa edebilecek alan bulacaktır. Hıristiyanlığın yanlış bir ahlak düzeni kurmuş olduğunu söylemektedir. Dinin bir dava aracı olarak görüldüğü ve ideolojiye dönüştüğünü söyler. Toplumun zayıf ve güçsüzlerden oluşan bir sürü olduğunu ileri sürer. Hıristiyanlığı çürümüş bir yapı olarak niteler. Bu kurumun öne sürdüğü iyi değerleri reddederek her insanın kendi “iyi”sinin olacağını söyler. Tanrının öldüğünü söyleyerek ahlakı o güne kadar din üzerinden tanımlamayı reddeder. Hıristiyanlık insan içgüdülerini olumsuzlamasını yanlış bulur. Ona göre insan, içgüdüleri ile barışmak zorundadır. Toplumun kör inanca başkaldırması gerektiğini söyler. Kendi gücünü unutan insan İsa’ya ve tanrıya sığınmıştır. İnsan tekrar kendi gücünü fark ederek bu inançları yıkmalıdır. İnsan kendi doğasını keşfetmeli ve bu doğayı unutturan rahiplerin anlattıklarını dinlememelidir. İnsan özünde kuralsız ve tutkuludur. Tüm Hıristiyanlık bu kuralsızlığa kural getirmek ve tutkuyu törpülemek üzerine kuruludur. Hıristiyan ahlak anlayışının içinde yaşadığımız dünyayı yeren ve öteki dünyayı yücelten anlayışı insanları kendi özlerinden koparmaktadır. Bunun yerine insanlar tanrıyı öldürmeli ve kendilerini öteki dünyaya değil bu dünyadaki yaşama adamalıdırlar. Nietzsche tanrıyı öldürerek Hıristiyan ahlak değerlerini yok etmek istemektedir. Ona göre bu ahlaki değerler gerçeklikten kopuk ve içi boştur. Avrupa’da Hıristiyan ahlakı çökmeye mahkûmdur. Bu çöküşü nihilizm olarak değerlendirirsek Avrupa’nın üzerinde nihilizmin hayaleti dolaşmaktadır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder